Richard Dawkins ve Stephen Hawking'e cevaplar

  • Eren Kutlu
  • Richard Dawkins ve Stephen Hawking'e cevaplar

Bu konuya ek olarak, "Dinsiz ahlak olur mu?’, ‘Deizm Yanılgısı’, ‘Ateizm Yanılgısı’, ‘Ateist akıl’ adlı yazılarımızı da öneririz.

Muhataplarımızın bakış açılarını gösteren bir örnek ile konumuza başlayalım: "Eğer bir Meryem Ana heykelinin sizlere el salladığını görseniz dahi, bir mucize ile karşı karşıya olduğunuzu sanmayın. Belki de heykelin sağ kolundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir anda aynı yönde hareket etme eğilimi içine girmiş olabilirler." (R. Dawkins, The Blind Watchmaker, s. 159) Bu önyargılı bakış açısını ateist Celal Şengör’de de görmekteyiz. Şengör ‘mucize görse de inanmayacağını’ itiraf etmiştir. (youtube.com/watch?v=kMPfhAa0hZE) Ve Kur’an mucizesini bir kez daha gösteriyor ve ‘natüralist yani doğayı ilah edinen’ bu kesim için bakın 1400 sene önce ne tespitte bulunuyor: “Kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair Allah adına kuvvetle yemin ettiler. Ama mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” (En’am, 109)

 kor-saatci-1

 

Dawkins Yanılgısı. ‘Tanrı Yanılgısı’na cevap

Öncelikle ifade edelim ki, tanrı kavramını çok karmaşık bulan Dawkins’in iddiasının aksine, Tanrı inancı evrim teorisinden çok daha basit bir şekilde hayatı açıklar. Yine bu eseri ve diğer tüm eserlerinde dindar kesimi daima küçümseyen, “rezil, enayi” gibi kavramlarla alay eden Dawkins ayrıca teistlere karşı daima düşmanca ve ayrılıkçı bir tavır takınır. Yani aslında o, karşı olup muhataplarını itham ettiği tüm davranışların hepsini kendisi tek tek sergiler! Bırakın dindar olmayı, ateizmden dönmek bile ona göre hakarete uğramak için yeterlidir. “Ateizm Yanılgısı” adlı yazımızda örnekleri görülebilir. Evet, Dawkins pek çok açıklamasında ve eserlerinde ateizmi savunurken dini değerlere her türlü hakareti yapar. Ama sıra dini rencide edici saldırıları dindarların eleştirmesine ve buna karşı çıkmalarına gelince de bunu 'haksız itibar' ve ‘ayrıcalık’ olarak görür ve eleştirir. (Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 26- 33) Yine o kendine sadece bilimi rehber edindiğini söylese de aslında o bilimadamı değil sadece bir ‘bilimci’dir! Yine bilinmektedir ki bilim dışında da birçok saygın alanlar bulunmaktadır: Felsefe, edebiyat, sanat, estetik, ahlak gibi ve bunların tümü de vardır, yanılgı değillerdir!

Dawkins ayrıca Tanrı’nın bilimsel olarak ispat edilmesini de talep etmektedir. Halbuki bilim daima değişim içindedir. Detay için “Bilim değişmez mi?” adlı yazımıza bakılabilir. Ayrıca Dawkins, sanki bilimsel olarak ispat edilmiş gibi evrim ‘teorisini’ de iddialarına temel dayanak teşkil ettirmektedir. Halbuki o hâlâ ispat edilememiş bir teoridir! Yani teistlerden bilimsellik talep ettiği halde hâlâ teori ile görüşlerini temellendirmeye çalışan da bizzat kendisidir! Bilime bu kadar atıf yapanların, teist görüşleri destekleyen kuantum fiziği ve Big Bang teorilerine mesafeli durmaları da ayrı bir ironidir! Zaten laboratuvar da deney ile ispat edilebilecek bir varlığın fiziksel özelliklerinin olması ve atomlardan oluşması gerekir ki, böyle bir Tanrı tanımını da hiçbir teist asla kabul etmez! Dolayısı ile iddia edilmeyen bir şeyi önce öyle imiş gibi sunup sonra da ispatlanamaz ilan etmek de ancak ateistlere nasip olmaktadır! Geçelim kitabına.

Dawkins, çocukları aileleri dindar yapar der (s. 11) ama aynı durumun ateistler için de geçerli olduğunu ve bu konuda yapılan araştırmaların bunu doğruladığını görmezden gelir!

Dawkins, kitabının 35. sayfasında Ralph Waldo Emerson tarafından söylenen bir sözü aktarır: “Bir çağın dini, bir sonrakinin edebi eğlencesidir.” Biz de aynı şeyi ateizm için tekrarlıyoruz ve diyoruz ki, “maddenin ebedi ve ezeli olduğu iddiası, evrenin başlangıcının olmadığı” vd. teorilerinin artık bilimsel olarak savunulamadığını ve bunun bir komik iddiaya dönüştüğünü görüyor ve eğleniyoruz!

Dawkins, “Tutucu dindar zihinler kanıtlara karşı bağışıklıdır.” der (s. 13)  ama aynı şey ateistler için de geçerlidir. Karşı görüşü okumadan, tek taraflı bakış açısı ile konuları değerlendirirler ve buna son 30 yıldır tartıştığım her ortamda defalarca şahit olmuş birisiyim! Yani ateistler aslında ‘korkuluk mantık hatasına’ düşmektedirler ama bunun bile farkında değildirler! Ayrıca Dawkins’in kuantum fiziğine ve ateist Şengör’ün hem Big Bang teorisine (youtube.com/watch?v=yT0X1SnrFvg) hem de kuantum fiziğine (Doç. A. Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 123)  “kendi dünya görüşlerine aykırı olduğu için uzak durmaları da” bu tutuculuk tanımının içine girmekte midir iyi sorgulanması gerekir!

Dawkins, Einstein'ı ateist olarak lanse eder. (s. 20) Halbuki Einstein, Hristiyanlığın teslisçi Tanrı inancına karşıdır. Dawkins, Einstein'ı ateist göstermek için de sözlerini tevil eder ve kendi dünya görüşüne göre yorumlamaya çalışır. (s. 20-25) Aslında ona düşen, sözlerini sadece aktarmak olmalı idi! Ama o zaman da okuyucuyu ikna edemeyecek ve yönlendiremeyecekti!

Dawkins, temel iddiasını şu şekilde temellendirir: Evren mükemmelliğe doğru giden bir süreç ise (yani evrim teorisini kastedier ki, aslında durum tam tersidir: Entropi ve Termodinamiğin İkinci Yasası tam tersini ispatlar!) en mükemmel en sonda olmalıdır ve en sonda olan ise daha önceden var olanı (evreni) tasarlayamaz. Dolayısıyla Tanrı yanılgıdır! Yani Dawkins fikirlerinin temeline önce evrimi oturtur ve sonra tüm görüşleri bu temel üzerinden yorumlar! İşte kendi cümleleri: “Herhangi bir şey tasarlamaya yeter karmaşıklıktaki bir yaratıcı zeka (yani Tanrı), yalnızca kademeli evrimin uzun bir sürecinin son ürünü olarak ortaya çıkabilir. Evrim geçirmiş yaratıcı zekalar muhakkak kâinata en geç katılanlardır ve bu sebepten ötürü, evrenin tasarımından sorumlu olamazlar. Tanrı bu tanıma göre bir yanılgıdır ve sonraki bölümlerin göstereceği gibi, zararlı bir yanılgıdır.” (s. 36) İşte o çok ses getiren ve teizmi yerle bir ettiği iddia edilen müthiş eserin özeti, mantığı, bilimsellik ve objektiflik seviyesi budur!

Dawkins, 42. sayfada erotik film yazarı ateist Gora Vıdal'in "Üç dinde de Tanrı her şeye gücü yeten Baba'dır." şeklindeki sözünü aktarır. Yani teslisi reddeden İslam dinine ‘Tanrı baba’ yakıştırması yapan birinden alıntı yapan Dawkins,  x.com'da Kur'an hakkında bilgisi olmadığına itiraf ettiği (x.com/RichardDawkins/status/307369895031603200) gibi, aynı 42. sayfada, ‘En çok Hristiyanlığa aşina olduğunu' da itiraf eder ki, yaptığı bu alıntı da zaten onun İslam hakkında yüzeysel bilgi sahibi olduğunu açıkça göstermekte ve bundan sonraki İslam hakkındaki iddialarının kalitesini de ortaya koymaktadır. Kadın haklarına da saygılı olduğu izlenimi vermek isteyen Dawkins zihniyetindekilerin kadına bakışını öğrenmek için “Evrim teorisi”, “Modernizm ve Kadın” adlı yazılara ve alternatif hayat tarzı için de “İslam’da Kadın Hakları” adlı yazılarımıza bakılmasını tavsiye ederiz.

Ateist Dawkins, 44-50. sayfalar arasında laiklik vurgusu yapar ve sonra agnostisizme değinir. Agnostisizmin İslam ile ilgili boyutu için “Agnostisizm Yanılgısı” adlı yazımıza bakılabilir.

Dawkins 56. sayfada bir kitaptan söz eder ve o kitabı okumadığını belirtir, sonra da şunu söyler: "Kim doğru olduğunu bildiği bir hakikati okumaya ihtiyaç duyar?" Ey Dawkins! Empirizm, pozitivizm, septisizm bu mudur?! Bu mantığa göre, ateizmin yanlış olduğunu doğru olarak kabul eden bir teistin, ateist bir kitabı okumaması doğru mu olmaktadır yoksa yanlış mı…?!

Dawkins 54. sayfada Tanrının varlığı konusunda 7 sınıf insan sıralar ama kendisini en son 7. sınıf yani “Koyu ateist. Tanrının olmadığını bilirim.” diyen sınıfa dahil etmez ve bir önceki 6. sınıf yani “Son derece düşük olasılık ama sıfırdan yüksek. Fiilen ateist. Kesin olarak bilemem ancak Tanrı'nın epey olanak dışı olduğunu düşünüyorum ve burada olmadığını varsayarak hayatımı sürdürüyorum.” kategorisine dâhil eder. Halbuki eserlerini okuyan onun kendisini 7. Kategoriye eklemesini beklerdi!! İşin ilginci Dawkins her tanrıya da karşı değildir. Mesela, “Yunan, Roma, Mısır ve Viking tanrıları” ile bir sorunu yoktur. (s. 57) Yine Dawkins, “Müdahale etmeyen bir NOMA Tanrısı, insaflı ve doğru incelendiğinde aynı zamanda bilimsel bir varsayım olmayı sürdürür.” (s. 63) der. Dolayısı ile onun asıl karşı olduğu Tanrı değil, ‘hayata müdahale eden bir Tanrı’dır! Bu bakış açısını birçok ateist/deistte görürüz! Bu konuda detay için “Deizm yanılgısı” adlı yazımıza bakılabilir.

Dawkins klasik üslubu ile, “İlahiyatçıların herhangi bir konuda dinlemeye değer fikirleri yoktur; gelin önlerine bir kemik atalım.” der. (s. 60) Ama aynı üslubu bir teist kendine karşı kullansa, içinde hangi kelimelerin geçtiği cümleleri kuracağını tahmin etmek zor değildir: Savaş, tutuculuk, laiklik vs.

NOMA (Non Overlapping Magisteria) ile de arası hoş değildir Dawkins’in. Teorisyeni bir evrimci olan Stephen Jay Gould, “Bilimin öğretisi ile dinin öğretisi birbirine karşı saygılı ve iletişim içinde olmalıdır.” der. Ona göre problem ‘ideolojiler arasındadır.’ Yoksa din ile bilimin alanları ayrıdır! Tabii bu görüş Dawkins’in hoşuna gitmez, onu kızdırır ve bunu içinde, ‘safsata, yaranmak’ gibi kelimeler geçen cümlelerle sertçe onu eleştirir. Buna rağmen Gould’u “fiili ateist” ilan etmekten de geri kalmaz! (s. 60-61)

Dawkins 61. sayfada önce “İsa'nın babası bir insan mıydı ya da doğumu esnasında annesi bakire miydi?” diye sorar ama sonra “Meryem ananın bir heykeli bize el sallayabilirdi. Kristal yapıyı oluşturan atomların hepsi ileri geri titrerler. Çok fazla atom olduğundan ve hareket yönleri ortak olmadığından, Orta Dünya'da gördüğümüz haliyle heykelin eli kaya gibi sert ve hareketsizdir. Fakat eli oluşturan, salınan atomların hepsi, aynı anda aynı yöne hareket edebilirdi. Tekrar ve tekrar... Bu durumda el oynardı ve biz heykeli bize el sallarken görebilirdik.” (s. 339-340) diye devam eder. Yani heykelin el sallaması olağandır ona göre ama erkek eli değmeden hamile kalınması mucizesi ise bir safsata, hurafedir! İyi de ‘Dolly’ isimli koyun bile erkek spermi olmadan doğmamış mı idi? Bilim yapabiliyor da o bilimin kurallarını ve kaşiflerini yaratana mı sıra gelince konu bir anda bilim dışı ilan edilmektedir?! Bu tutarsızlık ve tutuculuk değil de nedir?!

Dawkins, 64. sayfada ise dua etmenin hastalıklar üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığına dair bir deneyden bahseder. Hele Darwin’in ateist akrabasının deneyini kitabına alması tam anlamı ile ironi kabul edilmelidir! Ateist birisinin duasının işe yaramamasını delil olarak kullanabilmiştir Dawkins! Halbuki tam zıttı sonuçlar da vardır. Detay için “İslami emir, yasaklar ve hümanizma” adlı sayfamıza bakılabilir. Yine ‘duayı bir avutma, avuntu’ olarak da görür. (s. 320) Aslında olan, Dawkins’in, maddi birçok hastalığın kaynağının manevi çöküntü olduğunu bilmezden veya görmezden gelmesinden başka bir şey değildir.

Yazar 75. sayfa ile 105. sayfa arasında Tanrı’nın varlığına dönük kanıtları ve kendi karşıt görüşlerini sıralar. “Doğadaki güzellikler, kişisel deneyimler veya kutsal kitaplardan” sunulan kanıtların ikna edicilik seviyeleri gerçekten tartışmaya açıktır. Ama Paley’in saat örneğinde olduğu gibi tasarım kanıtı, insancıl ilke ve (içindeki parçaların herhangi birinin kaldırılması durumunda işlevini yitiren sistemleri kasteden) indirgenemez karmaşıklık kanıtı ateizm karşısında sağlam delillerdir. Dawkins bu konularda bir zihin karışıklığı da yaşamaktadır: “Öyle ya da böyle, indirgenemez karmaşıklığın gerçek örneklerinin keşfedilip Darwin'in teorisinin yıkılmış olduğunu düşünsek bile, bu keşiflerin beraberinde akıllı tasarım teorisini de yıkmayacağını kim söyleyebilir?” der. (s. 119) Evrim yıkıldıktan sonra başka kanıtlarla da Tanrı’nın varlığını ispat edebilir halbuki! Bu konudaki bizim delillerimiz için, “Allah’ın varlığının ispatı” ve “Ateizm yanılgısı” adlı yazılarımıza bakılabilir. Yukarıda da görüldüğü gibi ateist Dawkins Tanrı kavramı karşısında durmadan çelişkili ifadeler ileri sürmektedir!

Bertrand Russell'ın “Üstün zekalı erkeklerin çok büyük çoğunluğu Hıristiyanlık dinine inanmaz ancak bu gerçeği toplum içinde ört bas ederler. Çünkü kazançlarını kaybetmekten korkarlar.” sözünü aktaran (s. 95) Dawkins aslında ‘üstün zekaya sahip olmayan veya erkek olmayanları’ yani kadınlar dahil geri kalan tüm insanları küçümsediğinin farkında mıdır acaba?! Bu konuda, cevabi yazımız için “Bilim adamlarının çoğu ateist mi?” adlı yazımıza da bakılabilir. Ayrıca, bilim dünyasında evrime itiraz edenlerin, sanat camiasında eşcinselliği eleştirenlerin veya seküler ticaret alanında dindar olanların nasıl dışlandığını bilmeyen yoktur ve dolayısı ile aslında kimin kazançlarını kaybetmekle karşı karşıya kaldığı daha iyi görülmektedir! Aynı hataya Dawkins 257. sayfada da düşer ve sanki Tanrı’nın erkek cinsiyetine sahip olduğunu savunan varmış gibi George Carlin'in şu sözünü aktarır: “Din, insanları günün her anı, yaptığımız her hareketi gökyüzünden izleyen görünmez ‘bir adamın’ varlığına inandırmıştır.” Evet, yukarıda da belirtiğimiz gibi Dawkins İslam hakkında hemen hemen hiçbir doğru bilgiye sahip değildir!

Dawkins, 107. sayfada Thomas Jefferson'dan alıntı yapar ve bilimin sanki ateizmin yanında olduğu izlenimini okuyucuda uyandırmaya çalışır. Zaten ateizmin oluşturmaya çalıştığı en büyük hayali senaryoların başında da bu iddia gelir: Güya bilim ateizmi doğrulamaktadır! Halbuki son bilimsel kanıtlar bu iddianın tam tersini ispat etmektedir. Bu konuda “Ateizm Yanılgısı” ve “Ateist akıl” adlı yazılarımızdan detaylara ulaşabilirsiniz.

Klasik 'Boşlukların Tanrısı' iddiasını tekrarlayan (s. 120) Dawkins’in istisnai itiraflar zincirine bir göz atalım: ‘Yaşamın başlangıcı’, şüphe duyanlar için söylemek isterim ki araştırma konusu olarak ‘gelişmekte olan’ bir konudur. Bu araştırmanın ilgili uzmanlık alanı kimyadır ve bu ‘benim alanım değildir.’ Gelişmeleri çok büyük merakla kenardan izlerim ve ‘önümüzdeki birkaç yıl içinde eğer kimyacılar laboratuvarlarında yeni bir yaşam başlangıcını başarılı bir şekilde yeniden gerçekleştirdiklerini bildirirlerse hiç şaşırmam.’ Ancak yine de bu henüz ‘gerçekleşmedi’ ve bu gelişmenin ‘olasılığının oldukça düşük olduğunu’ söylemek mümkündür ve ‘bu her zaman böyleydi; gerçi bu bir kez gerçekleşti!’ (s. 131) Boşlukları ‘evrim tanrısı’ ile doldurup, gaibe iman edip (gelecekte oluşacağından emin olup) sonra "kimyacılar laboratuvarlarında" ve bu teknolojide bile gerçekleşemeyenin "bir kez" (-mi yoksa her an defalarca mı?) gerçekleştiğini ifade etmek ancak evrime kayıtsız şartsız bir iman ile açıklanabilir! Ayrıca bilimin her açıklaması teistlerin Tanrıya olan inancını da artırmaktadır, aksine eksiltmekte değildir! Boşluklar tanrısı iddiasına cevap için “Ateizm Yanılgısı” adlı yazımıza bakılabilir.

Yaşamı, "kehanette bulunarak" ve "hükmeden süreç", "ancak ve ancak milyonda bir kez meydana gelen bir durum", "şanslı rastlantısallık", "bir kere gerçekleşen", "eşsiz bir olay" olan "yaşamsal evrim" ile açıklayan (s. 133) Dawkins, “Doğal seçilim, ilerleme yönünde tek yönlü, birikimli bir cadde olduğundan işlemekte başarılıdır. Başlamak için biraz şansa gereksinim duyar.” der. Ama aslında ‘tek yönlü ve birikim ile ilerleme ve başarma’ bir tercih meselesidir ve bunu da ‘şans ile’ açıklamak ne kadar empirizme, rasyonaliteye uygun ve pozitivist bir yaklaşımdır, o da tesadüfü reddettiğini iddia eden Dawkins’e kalmıştır!

“Evrenimiz ‘sonsuza kadar’ genişleyecektir.” diyen (s. 139) Dawkins buna ‘bilimsel’ bir açıklama getiremez!

Klasik materyalist görüş olan dinlerin çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa evrildiği iddiasını tekrar eder. (s. 37, 161) Dinin kökenini (s. 151) ‘başka bir şeyin yan ürünü’ olarak ifade eder ve aileden gelen eğitimin sonucu dinlerin kabul edildiğini söyler. (s. 161) Bu konulara cevap için, “İslam tüm dinlerin özüdür”, “İslam’ın Dünyada Yayılışı” ve “Ateizm yanılgısı”  adlı yazılarımıza bakılabilir.

Dawkins bilim adamlarınca da eleştirilen MEM iddiasını da ileri sürer. (s. 178)

Dinsiz ahlak olabileceği üzerinde durur. (s. 193) Halbuki Dawkins’in kendisi de itiraf etmektedir ki, “Evrimci görüş iyilik, merhamet gibi kavramları açıklamakta yetersizdir ve hatta evrimci dünya görüşü insanların bencil olmasını zorunlu kılar.” (s. 197) Bu konudaki cevaplar için “Dinsiz ahlak olur mu?” ve “Evrim Teorisi” adlı yazılarımıza bakılabilir.

Dawkins dinleri savaş nedeni olarak görür. (s. 217) Bu konuda da, “Savaşların nedeni din midir?”, “Fetih ile işgal arasındaki fark”, “İslam kılıç zoru ile yayılmadı” adlı yazılarımıza bakılabilir.

Hitler, Stalin ve ateizm konularını ele alır. (s. 250) “Bazı ateistler kötü eylemler sergileyebilir ancak bu kötülükleri ateizm adına yapmazlar. Stalin ve Hitler sırasıyla dogmatik ve doktriner Marksizm adına amansız kötülükler yapmışlardır ve bununla birlikte, aklıselimden uzak, bilimle bağdaşmayan bir öjenik teori, Wagnerci zırvalarıyla yayıla gelmiştir. Din savaşları gerçekten de din adına yapılmıştır ve bu tür savaşlar tarihte korkutucu derecede sıktır. Ben ateizm adına yapılmış herhangi bir savaşı aklıma getiremiyorum ki neden böyle bir savaş olsun? Savaşlar ekonomik hırslar, siyasi tutkular, etnik ya da ırksal önyargılar, keskin kindarlık, intikam ya da bir ulusun yapısındaki bir tür vatansever inançla başlar.” der. (s. 256) Halbuki Sosyal Darwinizmin sebep olduğu iki dünya savaşı bile tek başlarına bu iddiayı çürütür. Bu konuda “Evrim Teorisi”, “Ateizm yanılgısı” ve “İslam barış dinidir” adlı yazılara da bakılabilir.

“Dinin sakıncası nedir? Neden düşman olmak gerekir?” diye sorar. (s. 258) Ama dinleri çatışma nedeni ilan ettikten sonra kendisini ‘savaşçı’ ilan eden de yine bizzat kendisidir! Yani dini düşman ilan edip savaş açan bizzat ateist Dawkins’dir! Ayrıca “çıktığı bir TV programında “Hristiyanlığın gücünün İslam’ı yeneceğini” de savunan (Risale Haber, 03 Şubat 2016) ve “kendisini kültürel bir Hristiyan olarak nitelendiren” (31 Mart 2024'de LBC'de yayınlanan Rachel Johnson röportajından) de yine aynı ateist Dawkins’tir. Ama işin daha da ilginci, aslında Dawkins “ılımlı inanca da karşıdır!” (s. 277) “Gerçekte ‘ılımlı ateizmin’ tarihine baktığımızda terör, şiddet, baskı, ahlaki zafiyetten başka bir şey de görmeyiz.” diye bir cümle ile karşılaşsa Dawkins ne hissederdi acaba…?! Gerçekte ılımlı olmayan kimlerdir, kitabından bir örnek ile cevap arayalım: İngiltere Avam kamerasında milletvekili olan Jenny Tonge, İngiltere'nin kuzeydoğusunda İncil’in yaratılış öğretisini öğrencilerine aktaran bir okula ödenek verilmesine karşı çıkar. (s. 303) Dikkat edin ortada ne şiddet ne aşırılık vardır sadece bir fikrin dile getirilmesi vardır. Peki bu mudur fikir özgürlüğü, hoşgörü, aşırısızlık?!

“Tutuculuk ve bilim karşıtlığı” (s. 259) arasında bağlantı kuran Dawkins aslında evrime olan tutucu inancını ve bilimi tek taraflı yorumlayanın kendisi olduğunu hiç aklına da getirmez nedense! Ayrıca dinin (İslam’ın) tutuculuğu değil ‘orta yol’ üzere olmayı emrettiğinin de farkında değildir tabii! “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak orta yolu izleyen bir ümmet yaptık." (Bakara, 143) “Onlar infak ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik. Bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan, 67) “Din kolaylıktır. Orta yolu tutunuz.” (Buhari, İman 29) “Orta yolu tutunuz.” (Buhari, Rikak 18) "Aşırı gidenler helak olmuştur." (Müslim, 2670) “Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helak etmiştir!” (Ahmed b. Hambel, I/215, Nesai, Hacc 217, 5, 268) “İşlerinizde orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz.” (Müslim, Münafikin 76, 78) "Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş, her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide, 32) Bu konularda örnekler için “İslam barış dinidir”, “Kur’an ve bilim”, “İslam Biliminin Rönesans’a Etkileri” adlı yazılara bakılabilir.

Din değiştirme (s. 264), eşcinsellik (s. 265), kürtaj (s. 268), savaş ve barış konularını da ele alır (s. 282) Dawkins. Bu konularda, “İslam barış, hoşgörü dinidir”, “Turan Dursun'a cevaplar II”, “Eşcinsellik, gen/hormon ve İslam”, “Teori, pratik; iddialar, gerçekler, İdealler ve tarihten pratik realiteler”, “İslam sevgi toplumu” adlı yazılara bakılabilir.

Dawkins bazı kurumlarda görülen cinsel taciz olaylarından hareketle dine saldırır. (s. 290) Halbuki din zaten bunları yasaklamaktadır! Ama kendi savunduğu ideoloji ve dünya görüşü olan evrim teorisini savunanların, eşcinsellikten çocuk tacizine birçok olayı “genetiktir” diyerek savunduğunu görmezden gelir. Detay için “Dinsiz ahlak olur mu?” adlı yazımıza bakılabilir.

Dawkins, genç ateistler için mükemmel bir örnek olarak Julia Sweeney’den misal getirir. (s. 296) Peki nasıl ateist olmuştur bu kızımız? “Düşündüm: 'Dünya nasıl duruyor bir boşlukta? Nasıl firıl fırıl dönüyoruz uzayda? Nasıl oluyor bu? Dışarı fırlayıp düşen dünyayı tutmak geçti içimden. Sonra, birden anımsadım, 'tamam, buldum!' dedim, güneşin çevresinde daha uzun zaman bizi döndürüp durduracak yerçekimi ve açısal hız değil mi?” İyi de be akıllı kızım (şimdi 65 yaşında!) o kuralları kim koydu ve uygulatmaya kim devam ediyor?! Kural var ve uygulanıyorsa bir koyan ve uygulatan yok mudur?! Trafik kurallarını düşünmek bile ufuk açmak için  yeterlidir! “Siz düşünmez misiniz?” (Nahl, 18)

Dawkins, Michael Shermer’ın “Bilim çok gizemli ve bir o kadar da kutsaldır.” (s. 315) sözünü aktarır ve dini, kutsalı olanı reddederken kendi kutsal tabusunu evrim ve bilim olarak ilan eder. Yine o, “Biz ‘hayvanların’, atom ve elektronların oluşturduğu mikro dünyada da hayatta kalmamızı söyleyen bir hissimiz vardır.” der (s. 336) ve dolayısı ile gelişmiş bir hayvan olduğunu ilan eder. Bu konularda detay için “Bilim Değişmez mi?”, “Ateizm Yanılgısı” ve “Evrim teorisi” adlı yazılarımıza bakılabilir.

“Din, geçmişten bugüne insanoğlunun varlığını ve içinde bulunduğumuz evrenin yapısını açıklamaya soyunmuştur. Fakat dinin bu rolü artık tamamen bitmiş ve yerini bilime bırakmıştır.” diyen (s. 316) Dawkins aslında ‘nasıl’ ve ‘kim’ sorularını birbiri ile karıştırmakta ve sadece birine yoğunlaşmaktadır! Bilimin işlediği evreni, onu keşfedecek aklı ‘kimin’ yaratmış ve o kuralları akılsız ve cansızlara kimin uygulatmakta olduğunu Dawkins atlamaktadır!

Ama sonunda Dawkins, insanların dinlerden özgür olabileceğinden de pek emin olmadığını ifade ederek kitabını sonlandırmaktadır: “Kendimizi (dinin hâkim olduğu) Orta Dünya'dan azat edebilecek miyiz? Cevabı gerçekten bilmiyorum.” (s. 340)

Kitabın sonu geldiğimiz halde Dawkins kitabının hiçbir yerinde ‘Tanrı’nın var olmadığını’ kanıtlayamamıştır!

“Yaşamın kökeninin olasılıksızlığını ve imkansıza yakın bir kimyasal olayın bile yeterli gezegen yılı verildiğinde gerçekleşmesi gerektiğini” (s. 128, 133, 134, 340) ileri süren Dawkins aslında, ‘evrim, zaman ve (kendisi kabul etmek istemese de) tesadüf’den oluşan bir teslis inancı savunurken tevhid dini olan İslam’a karşı savaş ilan etmektedir. Evet, ateizm bir inanç sistemidir. Temelinde ise bilim değil psikoloji yani sübjektivizm, nesnellik yatar! “Doğanın ihtişamı karşısında saygı ile eğilen ama bu ihtişamı Tanrı’ya değil evrime bağlayan” Dawkins aslında felsefi bir natüralisttir. “Darwinizm, doğadaki her şeyin bir anlamı olduğunu emreder” diyen (s. 151) Dawkins, doğal seçilim için de Tanrı’ya ait özellikleri sıralar ve “Doğal seçilim hesap yapar, cezalandırır, her an her şeyi gözetler ve korur.” der. (s. 152) Görüldüğü gibi Dawkins tam anlamı ile tutucu bir evrim fanatiğidir ve hatta evrim ‘inancına’ karşı sağlam bilimsel görüşlere kaynaklık teşkil eden mikro â43lemin fiziği kuantum teorisine de bu nedenle karşıdır. Bu konulardaki detaylar için de “Ateist akıl” ve “Ateizm yanılgısı” adlı yazılara bakılabilir.

Dawkins’in bilgi seviyesi ve görüşleri

Ateist felsefeci Michael Ruse, Dawkins'in ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı eserinin 'felsefeye ve dine giriş' derslerinden bile geçemeyecek kadar yüzeysel ve hatalı olduğunu belirtir. (M. Ruse, Why I am an Accommodationist and Proud of it, Zygon, 50, 2, 2015, s. 362-363) "Gerek Michael Ruse, gerekse T. Eagleton gibi ateist yazarlar, ‘Tanrı Yanılgısı’ kitabını yüzeysel olarak nitelendirir ve eleştirir." (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Dr Alper Bilgili, s. 92) 20. yüzyılın Darwin'i olarak nitelenen evrimci biyologlardan Ernst Mayr, "Dawkins'in seçilimin hedefi olarak geni düşünmesi açıkça hatadır. Bireyin bütün genotipinin genlerden oluşmadığını biliyoruz." demekte ve Dawkins'in, seçilimin hedefi olan temel gen teorisinin bütünüyle gayri-Darwinci olduğunu söylemektedir. (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, Dennett'ten Dawkins'e yeni ateizmin felsefi temelleri ve teistik eleştirisi, s. 142) "Davkins'i, Prospect Dergisi ‘dogmatik’; akademisyen Terry Eagleton ise ‘donanımsız, yanlışlarla dolu kitapların sahibi, çarpıtmacı’ olarak nitelendirir."  (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 26) Eğitimci yazar Sonnur Günaydın Asan da, ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitaptaki mantık hatalarını, “Sahte ikilem, çifte standart, aşırı genelleştirme veya aşırı basitleştirme, nedensel ilişki, tertip ve taksim, kanıtı varsayma, isim seçme, etiketleme, korkuluk adam, gerçeğin yeniden tanımlanması” şeklinde sıralar. (Sonnur Günaydın Asan, Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” Kitabındaki Mantık Yanlışları, İlahiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı-No. 13, Haziran, 2020, s. 153-181) Biyolog ve sinirbilim uzmanı Prof Dr. Sinan Canan da, 20.10.2013 tarihli Habertürk’teki ‘Öteki Gündem’ adlı programda şunları söylemektedir: “Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitabını çok seviyorum, kütüphanemin başköşesinde duruyor. Ne zaman okusam, ‘Walla, ne doğru din seçmişiz’ diyorum.”

Richard Dawkins'in temel argümanlarından birisi de ‘Tanrıyı kim yarattı?’ sorusudur. Halbuki böyle bir iddia kendi içinde mantıksızdır. Eğer bir varlık yaratılmış ise o zaten Tanrı olamaz. “Allah, tanımı itibarıyla yaratılmamıştır. Allah'ın tanımı yaratılmamış olmasıdır. Her yaratılanın bir yaratıcısı vardır.” (Zakir Naik, Gençlerin inanç sorunları, s. 14) Yaratan ama yaratılmayana Tanrı denilmektedir. Dolayısı ile Dawkins kitabının adını ‘Tanrı Yanılgısı’ olarak koymakla doğru bir tercih yapmış olmaktadır. Çünkü böyle bir tanrıyı hiç kimse kabul etmemektedir. Dawkins tarafından reddedilen tanrı anlayışı, zaten bir yanılgıdan ibarettir! Ayrıca, ‘tanrı kavramını kabul etmek bilimin çökmesi demektir’ diye bir ön kabulden hareketle tanrı fikrine karşı çıkan Dawkins, ön kabul ile bilimsel bir açıklama yapılabileceğini nasıl düşünebilmektedir? Aslında, işleyiş tarzı bulunan kanunları bilim adamlarınca ancak bulunabilen kurallar zincirini koyan birisinin olması akla ve bilime neden aykırı olsun ki?! Bu konuda ‘Allah’ın varlığının ispatı’ ve ‘Ateist akıl’ adlı yazılarımıza bakılabilir.

‘Tanrı Yanılgısı’ adlı kitap ise, içerik olarak bilimsel olmaktan çok demagojik, felsefik ve ideolojiktir. Yazar evrimsel bir ‘psikolojiye’ sahiptir. Yani önceden verilmiş bir karara göre bu kitabı yazmıştır. Kitap mantık dışı ve duygusal hükümlerle de doludur! Evrimci materyalizm, ön kabuller üzerine kurulu bir ideolojidir: "Evrim bir gerçek değil, bir felsefedir. Öncelikli olarak materyalizm gelir (a priori) ve delil, bu ‘değişmez felsefi bağlılığın ışığında’ tercüme edilir." (Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism By Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 81)

“Dawkins, Tanrı Yanılgısı'nda, 'yaşamın kaynağını hayati önem taşıyan koşulların ortaya çıkmasını sağlayan kimyasal olay veya olaylar dizisine bağlar.' Bu kimyasal olayların ‘nasıl ve niçin’ başladığına dair açıklama yapmaz ve  okuyucusunu zeka özürlü yerine koyar. Eğer bu tarz bir metotla düşünmeye başlarsak, tek boynuzlu atlar veya gençlik iksiri gibi şeylerin şaşırtıcı ölçüde imkansız olsa da meydana gelebileceğini kabul etmemiz gerekir.” (Selçuk Kütük, Ateizm Yanılgısı, s. 37)

Ateizme gerekçe olarak Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’nda öne sürdüğü bir diğer neden, ‘Tanrı’nın muazzam biçimde karmaşık ve dolayısıyla muazzam biçimde ihtimal dışı olacağı’ iddiasıdır. Halbuki O’nun varlığı o kadar açıktır ki, okma yazma bilmeyen biri bile O’nun var olduğunu rahatlıkla bulabilir. Bu iddialara cevaplar 'Evrim teorisi’, ‘Allah'ın varlığının delilleri’, ‘Ateist akıl’ adlı yazılarımızda bulunmaktadır!

Dawkins'e, inanmadığı için mi Darwincilik çok akılcı gelmektedir yoksa Darwinizmin bir sonucu olarak mı o inançsız biri olmuştur? Dawkins'in hararetli tartışmaları, onun 19. yüzyıl başlarında yaşıyor olduğu izlenimini vermektedir. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 42, 43) İnsanın dünyaya nasıl geldiğini Dawkins tek cinsiyete kadar dayamaya temayülündedir. Cinsiyetin kadın olma olasılığı üstünde duran Dawkins kendi tezini, İsa'nın mucizevi doğumunda inkâr etmiştir. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 117) Öte yandan biyolojik açıdan erkek üstünlüğünü açıkça savunan Dawkins şöyle söylemektedir: "Kadın, doğada üreme açısından silik varlıktır." (Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 296)  Yine ona göre “Sevgi bir amaç değildir. Beynin çalışmasının bir yan ürünüdür. Belki de genlerin hayatta kalması için çok önemli bir üründür.” (Sami Amiri, Ateizm kendi paradigmasıyla yüzleşiyor, s. 162)

Dawkins'e göre, ‘insan hakları, insanın asaleti ve insan yaşamının kutsallığı’ gibi varsayımların gerçekte karşılığı yoktur. (Dawkins, Kör Saatçi, s. 335) "Dawkins'e göre hayatın tek amacı ‘üremektir.’ Ona göre ‘insan’lar, gen aktarımında bir ‘araç’tan ibarettir. Bu bakış açısına göre ‘hayatın amacı, fayda ve zevk’ unsurlarına indirgenmiş olmaktadır." (Selçuk Kütük, Deizm, s. 142) Bu nedenle de Dawkins, “Kısır bir kadına ‘aşık olmamız’ evrim için ‘anlamsız’, hatta ‘saçmadır.’ Çünkü sevgi ve aşk evrimsel sürece hizmet ettikleri sürece anlamlıdır, gereklidir. Oysa kısır bir kadın üreyemediği için evrimsel açıdan bir kayıp demektir. Bize verimli nesiller verme işlevi olan aşk, eğer bize nesil veremeyecek bir kadına duyuluyorsa anlamsızdır.”  (R. Dawkins, The God Delusion) der. Richard Dawkins (The Selfish Gene) "Başarılı bir genden beklenen baskın özellik, acımasız bir bencilliktir." derken, Mary Clark ise (In Search of Human Natürel) tam tersine, "Başka insanlara yardım etmeye genetik olarak yatkın ve programlıyız." demektedir. (Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 125) Richard Dawkins, “İnsanların içinde bulunduğu toplumun dinine iman ettiğini” iddia eder. (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 111) Halbuki İslam ise tam zıttını savunur. "Allah'ın indirdiğine uyun dense, hayır biz, atalarımızı hangi yolda bulmuşsak, ona uyarız, derler." (Bakara, 170) "Atalarımız da gördüğümüz bize yeter, derler." (Maide, 104) Dawkins'in iddiasının tersine “Kur’an’a göre insan, inancını sorgulayıcı bir anlayışa sahip olmalıdır.” (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 114)

Evrimci Dawkins devam eder: "Darwinist prensipler üzerine kurulmuş bir toplum tam olarak benim içinde olmak ‘istemeyeceğim’  türden bir toplum. Bu ‘berbat bir toplum’ olurdu. Ben Darwinist prensiplerle kurulmuş bir toplumda ‘yaşamak istemem.’ Bu berbat bir toplum olurdu. ‘Darwinist bir dünyada yaşamak istemem.’ O halde gelin yaşamak isteyeceğimiz bir toplum inşa edelim. Ki bu kesinlikle Darwinist-evrimci ‘olmayan’ bir toplum olacaktır." (R. Dawkins. Richard Dawkins Interviews Creationist Wendy Wright; youtube.com/watch?v=ZWB6Yhxqy5k) Görüldüğü gibi evrimi hayatının merkezine alan Dawkins bile, Darwinizmin hakim olduğu bir toplumda yaşanamayacağını açıkça itiraf etmektedir. Buradan hareketle de, içinde yaşamak istemeyeceği toplumu savunanlara Darwinist denir tanımını rahatlıkla yapabiliriz!

Evrimi savunan Dawkins’in kitabını okuyan “Bir tıp doktoru, Dawkins’e yazdığı mektupta şunları söylemektedir: Neden hepimiz intihar etmiyoruz?” (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 103)  Soru aslında çok önemli bir konuyu da gündeme getirmektedir: “Yaşamı tesadüf olarak görürsek, bu durum insanı bunalımların içinde bırakmak anlamına gelmektedir.” (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 84)

Ateist Richard Dawkins'in 'Gen Bencildir' adlı kitabındaki çelişkiler: Richard Dawkins'in 'Gen Bencildir' adlı kitabından alıntıları okuyanlar, akılsız varlıklara nasıl 'düşünme, irade, planlama, programlama, bilgi sahibi olma' gibi özellikler yüklenmeye çalışıldığını göreceklerdir. Hele 'akılsız' atom yığınlarının ‘rastgele’ olarak bir araya gelip akıllı ve iradeli canlılara dönüştüğünü anlatmaya çalışırken Dawkins'in örnek verdiği ‘toto’ ve ‘Şikago gangsterleri’ örneklerinin aslında, amacının tam zıttını ispatladığını, biraz kıyas ve zekaya sahip herkes hemen fark edecek ve Turan Dursun’un bir kova, su ve süpürge ile yaptığı ‘deney’ sonucu ateist olması ile aradaki mantık-sızlık-sal benzerlik hemen dikkat çekecektir! ‘Hem Ganster, hem toto ve o ortamları kim sağladı?’ şeklindeki sorular zinciri her aklı başında insanı aynı sonuca ulaştıracaktır: Verilen tüm örnekler tam aksini ispat etmekte ve akıl ve irade sahibi bir gücü işaret etmektedir! Aşağıdaki alıntıdaki tırnak
(‘ ’) işareti ile vurgulanan kelimelere özellikle dikkatinizi çekmek istiyoruz: “Bizi doğal seçilim ‘inşa etmiştir.’ Eski gen-seçmeli evrim, beyinleri ‘yaparak’ ilk memlerin doğacağı çorbayı ‘sağladı.’ Bir yerlerde, ‘rastlantısal’ olarak, ‘dikkate değer özellikleri’ olan bir molekül oluştu. Bunun ortalıktaki moleküllerin en büyüğü ya da en karmaşığı olması ‘gerekmiyordu’, ama kendi kopyalarını ‘yaratabilmek’ gibi ‘olağandışı’ bir özelliği vardı. Bu ‘rastlantının’ oluşma olasılığı ‘pek fazla gibi görünmeyebilir’; ‘öyleydi de!’ Eğer yüzlerce milyon sene boyunca her hafta ‘Toto kuponu’ doldurursanız, birçok kez büyük ödül kazanabilirsiniz. Evrim, bir anlamda, iyi bir şey gibi görünüyorsa da gerçekte hiçbir şey evrimleşmek ‘istemez’. Evrim ‘ister istemez’ oluşan ‘bir şeydir’, genlerin bunu ‘engellemek için harcadıkları tüm çabaya’ karşın. Başarılı Şikago gangsterleri ‘gibi’, bizim genlerimiz de, epey ‘rekabetçi’ bir dünyada milyonlarca sene boyunca, hayatta kalmayı başarabilmişlerdir. Buna dayanarak, genlerimizde ‘belirli nitelikler’ olduğunu ileri sürebiliriz. Ben başarılı bir gende, baskın özelliğin ‘acımasız bir bencillik’ olduğunu savunacağım. Genlerde ‘uzak görüşlülük yok’; geleceği ‘planlamıyorlar.’ Genler ‘yalnızca varlar’, bazı genler diğerlerinden daha ‘becerikli’ ya da değil ve ‘işte hepsi bu.’ Gen düzeyinde, ‘özverili olma kötü, bencillik ise iyi olmalıdır.’ Hücre, genlerin kimya ‘endüstrileri’ için ‘uygun bir çalışma birimidir.’ Gen ‘makineleri’ olarak ‘yapılmış’ mem ‘makineleri’ ile ‘yetiştirildik.’ Genler de yaşam kalım ‘makinelerinin’ davranışlarını ‘denetlerler’; doğrudan kuklaları oynatan ipleri kullanarak değil, ‘bilgisayar programcısı gibi’ dolaylı yollarla. Genler ‘usta programcılar’ ve kendi canlarını kurtarmak için ‘programlıyorlar.’ İnsanoğlunun bir başka özelliği de -‘büyük olasılıkla’- has, çıkarsız, gerçek özverisi. Böyle olduğunu ‘umuyorum’ ama ‘bunu tartışmayacağım’ ve ‘olası’ memsel evrim üzerine ‘spekülasyonlar yapmayacağım.’ Her ne kadar aksine inanmak istesek de, ‘sevgi’ ve türün -bir bütün olarak- ‘iyiliği’ hiç de ‘evrimsel anlamı olmayan’ kavramlardır." Görüldüğü gibi “Dawkins, yaratıcılık özelliğini zamana vermiştir. 'Zaman ile her şey tesadüfen oluşabilir' görüşündedir.” (Hacı Ali Şentürk, Ateizm, Sonuçsuz Serüven, s. 90) Dawkins’e cevaplar için özellikle ‘evrim’ adlı yazımızın okunmasını tekrar hatırlatırız.

Dawkins önyargı ve sübjektif bir yaklaşıma sahiptir. Kitaplarının içinde hakaret,  alay, hınç ve acımasız eleştirilerinin sınırı yoktur. Ama bakın yazar kendini nasıl da farklı tanıtmaktadır. Sonradan Müslüman olan bir Yahudi ile youtube’da yaptığı bir konuşmada Dawkins kendisini şöyle tanıtmaktadır: 

dawk-1

Kibar kişilikten bir hümanist paylaşım:

ateistdawkinsobjektifligi-1

“Ben bir ateistim ve ben kibar birisiyim, insanlardan nefret etmiyorum.” (youtube.com/watch?v=zD1SXVAXxls) Bu ‘kibar ve anti-nefret’ şahsiyetin sosyal medya paylaşımına bakalım: “Kur'an'ı okumadım, bu yüzden İncil için yaptığım gibi bölüm ve ayetlerden alıntı yapamadım. Ancak günümüzde ‘kötülük için en büyük gücün İslam olduğunu’ sıklıkla söyleriz.” (x.com/RichardDawkins/status/307369895031603200)

“Richard Dawkins militan ateist tavrını Darwinizm ile meşrulaştırır. Tasarımcının ya da ruhun olduğu hissini, Darwin'i okuduğunda tamamen kaybettiğini söyler.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 173) Dawkins her materyalist gibi evrimi savunmaktadır. ‘Kör Saatçi’ adlı kitabında, canlıların evrimini, Stuart Kaufmann’ın yazmış olduğu bir bilgisayar programı aracılığıyla ‘kanıtladığını’ iddia eder. Bu program, çubuk, dikdörtgen ve üçgen gibi şekillerin rastgele değişimlerle daha karmaşık hale gelmelerini sağlayan bir programıdır. Program tarafından rastgele düzenlenen bu çubuklar, birçok ara formdan sonra zamanla hayvan, bitki ve insan figürlerini andırır hale gelmeye başlamaktadır. Dawkins, bu basit şekillerin bilgisayar programıyla zaman içinde insan veya hayvan figürlerine benzer hale gelmesinin, canlıların sözde evrimleşme sürecine benzediğini iddia eder. Bu örnekten yola çıkan Dawkins, canlıların da uzun bir süre boyunca meydana gelen mutasyonlarla bugünkü karmaşık hallerine dönüştüğünü savunur. Halbuki Stuart Kaufmann’ın kullandığı programın, bizzat kodlayıcısı vardır. Bir bilgisayar ve daha da önemlisi bunları yapan bir zeka vardır! Aslında Dawkins’in bu iddiası komiktir! Kodlardan oluşan bir bilgisayar oyunu sadece çizgilerden mi meydana gelir? Kodlamayı azıcık bilen ‘tek bir eksik veya fazla harf-rakamın’ programı nasıl da çalışamaz hale getirdiğini bilir. Dawkins hâlâ Darwin'in eski mikroskoplar ile yaptığı araştırmalar seviyesinde kalmıştır. Artık DNA, şifre, kod çağındayız ve hayat da basit çizgilerle ifade edilemeyecek kadar mükemmel ve uyumlu bir sistemler bütünüdür.

1880'lerde bilim adamları hayatın kökeni için bir açıklama bulmanın oldukça kolay olduğunu düşünüyorlardı. “Hayatın karbondioksit, oksijen ve nitrojen gibi basit kimyasalların bileşimiyle kolaylıkla oluşan protoplazma denilen bir maddeden meydana geldiğini zannediyorlardı.”  (William A. Dembski, James M. Kushner, Signs of Intelligence, s. 103-104; Bölüm 8: Stephen C. Meyer, Word Games: DNA, Design and Intelligence) Bilim yazarı Howard Peth: "Eskiden hücrenin bir çekirdek ve sitoplazma 'denizi' içindeki diğer parçalardan meydana geldiği düşünülmekteydi. Fakat hücre içinde büyük alanlar boştu. Şimdi ise, bir hücrenin gerçekten 'kovan gibi olduğu' yani hücrenin ve onu barındıran bedenin hayatı için gerekli olan önemli işlevsel birimlerle dolu olduğu bilinmektedir. Evrim teorisi hayatın 'basit' bir hücreden geliştiğini varsayar, fakat günümüzde bilim basit hücre diye bir şey olmadığını göstermektedir." (Howard Peth, Blind Faith: Evolution Exposed, s. 77)

İnsanın tek bir hücresinin DNA'sında tam 1 milyon ansiklopedi sayfasını doldurabilecek miktarda bilgi bulunur. İnsan kendi bilgisini okumaya kalkışsa buna ömrü yetmez! Bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı şifreye sahiptir. Eğer DNA'daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirebilseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktı! Ve bu sadece tek bir hücrenin şifresidir! 100 trilyon hücreden oluşan bir insanda ise bu, 100 trilyon kat kitap anlamına gelmektedir. Bu günümüz bilgisayar teknolojisi ile bile mümkün olmayan bir gelişmiş sistemi ifade eder. İnsan Genomu Projesini yürüten Celera Genomics şirketinin uzmanlarından Gene Myers, "Beni asıl şaşırtan şey hayatın mimarisidir. Sistem olağanüstü derecede komplekstir. ‘Sanki tasarlanmış’ gibidir. DNA'da ‘büyük bir akıl’ yer almaktadır." (Article by Tom Abate, San Francisco Chronicle, Şubat 19, 2001) demektedir.

Eğer materyalistlerin iddia ettikleri gibi maddenin doğada kendi kendine canlılığı oluşturma gibi bir özelliği olsaydı, bunun, laboratuvarların kontrollü ortamında çok daha kolay gerçekleştirilebilmesi gerekirdi. Oysa bugün değil canlı hücresi, onun herhangi bir organeli bile laboratuvarlarda suni olarak üretilmemektedir. Yapılabilen ise sadece, ‘var olan’ hücreye dışarıdan yapılan müdahalelerden ibarettir.

İlkel çorba denilen bir ortamda canlı bir organizmanın oluşumunun mümkün olmadığı bilim literatürüne girmiştir: “ABD'li önde gelen bir araştırmacıya göre, Dünya'daki yaşamın volkanik kaynaklardan veya hidrotermal bacalardan ortaya çıkması pek olası değil.” (BBC, 13 Şubat 2006; news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/4702336.stm)

Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck, evrimin mekanizmasını "kazanılan özelliklerin nesilden nesile aktarılması" şeklinde açıklamıştır. Canlıların yaşamları sırasında uğradıkları değişiklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. Ona göre zürafalar bir zamanlar ceylan benzeri birer hayvandılar; ama yüksek dallara erişmek için harcadıkları çaba yavaş yavaş boyunlarını uzatmıştı. Lamarck, oldukça iddialı konuşmaktan da çekinmiyordu: “Bir sülalenin sağ kollarının nesiller boyunca kesilmesi sonucunda yeni doğan bireyler tek kollu doğacaktır.” Öncelikle, günümüz keçilerinin hâlâ yüksek dallara uzanmaya çalıştıklarını ama boyunlarının uzamadığını ve ayrıca bilinenin tersine zürafaların da küçük boylu ağaçları tercih ettiklerini belirtelim.  Uppsala Üniversitesi zoologlarından Robert Simmon, American Natüralist dergisinde 1996 yılında yayınladığı bir makalesinde “Besin için rekâbetin en fazla olması gereken kurak mevsimde, zürafalar genellikle yüksek dallarda değil, fazla büyümeyen çalılarda otlanır.” diye yazmaktadır. (BBC, 30 Haziran 2016) Çin'de tahmini olarak onuncu yüzyıldaki Beş Hanedan On Krallık döneminde başlayan,  yirminci yüzyıla kadar süre gelen bir gelenek vardır. Ayak bağlama ya da ‘lotus ayak geleneği.’ Gelenek, küçük yaşta kız çocuklarının ayak kemiklerini kırarak çok ufak boyutta ayakkabılara sokmak ve ayak büyümesini engellemek amacıyla yapılan bir uygulamaya dayanıyordu. Yüzlerce yıl sonunda bu geleneği devam ettiren insanların çocuklarının ayakları ise hâlâ 'normal' doğmaktadır!

Benzer bakış açısını Dawkins de ileri sürmüştür. "Başlangıçta günümüz sincabına benzer, ağaçlarda yaşayan ve herhangi bir şekilde uçmak için özel bir perdeli organı olmayan bir canlı, kısa mesafeleri sıçramaya başladı. (Eğer düşmesini yavaşlatacak birşey olsaydı daha uzağa sıçrayabilirdi.) Doğal seleksiyon, kollar veya bacak eklemlerine yakın bir bölgede daha keseli bir yapıya sahip olan bireyleri ‘seçti.’ Şimdi gittikçe daha geniş deri alanına sahip bireyler daha uzağa sıçrayabiliyorlar. Sonraki nesillerde derinin genişlemesi ‘bir kural oldu’ ve bu durum böylece devam etti... Gerçek kanat çırparak yapılan kuş uçuşunun bu basit süzülüş hareketinden evrimleşmesini hayal etmek artık çok daha kolay; böylece bu canlılar uçmaya başladılar."  (Phillip E. Johnson Climbing Mount Improbable & Darwin's Black Box; www.origins.org/articles/johnson_climbingmount.html) Dawkins, uçuş, kanatların simetriği, bu olayın biyokimyasını veya genetik gelişimini anlatan bilimsel kanıt sunmak yerine aslında sadece bir masal anlatmaktadır. Çünkü olaya bilimsel değil evrimsel/ideolojik yaklaşmaktadır! Dawkins, kuş akciğerleri ve sürüngen akciğerleri arasındaki derin anatomik farklara da hiç değinmemektedir. Sürüngenlerin akciğerleri memelilerinki gibi, havanın içeri girip aynı yolu izleyerek geri çıktığı bir yapıya sahiptir. Kuşlarınki ise ‘jet motorlarına hava sağlayan mekanizmaya benzer şekilde dizayn edilmiştir.’ Yani hava hareketi tek yönde gerçekleşmektedir. Hava akciğere bir kanaldan girer, bir başka kanaldan çıkar. Başka hiçbir canlı grubunda rastlanmayan bu mükemmel mekanizma sayesinde, kuşun uçması için gerekli olan yüksek oksijen ihtiyacı karşılanır. Kanatlar özel yapıları sayesinde su ve havayı geçirmeyecek şekilde, göğüs kemikleri de uzun mesafe uçuşlarında oldukça büyük miktarda enerji ve kas gücü gerektirdiği için geniş yaratılmıştır. Zaten bu nedenle, "Aeorodinamik bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçememektedir." (Kusursuz Uçuş Makineleri, Reader's Digeest, çev: Ruhsar Kansu, Bilim ve Teknik, Sayı: 136, Mart 1979, s. 21) Kuşlardaki bu kusursuz tasarımların havacılığın gelişmesinde de büyük katkısı olmuştur. Nitekim uçağın mucidi olarak ‘kabul edilen’ Wright kardeşler, Kittyhawk adındaki uçaklarının kanatlarını yaparken akbaba kanatlarının tasarımını örnek almışlardır. (web.archive.org/web/20060928173807/yourplanetearth.org/terms/details.php3?term=Biomimicry) “Askeri tasarımcılar baykuş kanatlarını ‘taklit ederek’ hayalet uçakları olduklarından daha da gizli hale getirebilmeyi umuyorlar. Baykuşlardaki ‘tasarım sayesinde’ radarlar tarafından görülmeyen uçakların hiç duyulamayacak kadar sessiz olması hedefleniyor.” (fonz.org/zoogoer/zg1999/28(4)biomimetics.htm : "Designs from Life", Robin Meadows, Zooger, July/August 1999) Airbus, uçağın kanatlarına tıpkı kuşlarınki gibi uçuş koşullarına göre şekil alabilme özelliği kazandıracak uyarlanabilen kanatlar (adaptive wings) yapmaya çalışmaktadır. Amaçları ise yakıt sarfiyatını en aza indirmek. (biltek.tubitak.gov.tr/dergi/98/ocak/yakitsiz.html) İlk çalışmalar, Amerikan avcı uçağı olan F-111 ile başlamıştır. (Biyonik, Doğayı Kopya Etmektir, Bilim ve Teknik Temmuz 1985, s. 1) Kuş kemiklerinin içleri boştur, bu nedenle de son derece hafiftir. Modern uçakların kanatları da kuş kemiklerinden ilham alınarak içleri boş olarak tasarlanmaktadır. Kuşun karnındaki tüylerle kanatlarındaki tüyler birbirinden farklı özelliklere sahiptirler. Büyük tüylerden oluşan kuyruk tüyleri dümen ve fren görevi görürler. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletip kaldırma kuvvetini arttırma özelliğine sahiptir. Konuyu daha fazla uzatmadan Dawkins'in iddiasına dönelim ve şu soruları soralım: Ön ayağını kaybedip, onun yerine yarım kanata sahibi olan bir canlı, nasıl bir avantaja sahip olacaktır? Dört ayağa sahip bir sürüngen hızlı hareketi sayesinde hem düşmanlarından kaçabilecek, hem de avlanabilecektir. Yarım kanata sahip bir sürüngen ağaçtan düşüp, zarar görmesi engellenirken bir fayda sağlasa da, ön ayaklarını kaybettiği için hızlı hareket edemeyecektir. Böylece ne düşmanlarından kaçabilecek ne de avlarını eskisi gibi yakalayabilecektir. Bu onun için yarım kanatın getirdiği avantaja göre çok büyük bir dezavantajdır. Zaman içinde büyüyen kanatlar düşerken onu yavaşlatacak, fakat düşmanlarından kaçarken ya da avını kovalarken engel olacaktır. Evrimci mantığın sorun listesi bu şekilde uzayıp gitmektedir. “Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır.” (Mü’minun, 21) Ayrıca ilginçtir, örnek alınarak teknoloji geliştirilen bu canlıların ‘tesadüfen yani akıllı bir müdahale olmadan’ ortaya çıktığı da evrimcilerce savunulabilmektedir!

dawin-gunumuz-mikroskop-1

 dna-sifre-1

Dawkins, "Hindistan’da bölünme zamanında, bir milyondan fazla kişi Hindu ve Müslümanlar arasındaki dinsel çatışmalar sırasında katledildi. Öldürülecek toplulukların etiketlenmesinde yalnızca dinsel göstergeler etkendir. Bir bakıma Hindistan halkını dinden başka bir şey bölemezdi." demektedir. Bu da Dawkins’in son derece yanlış bir yorumudur. İlk önce kendisine şunu sorması gerekirdi:  Nasıl oldu da bu insanlar yüzlerce yıl, farklı dinden olmalarına rağmen bir arada yaşayabilmişlerdir? Neden 20. yüzyıla gelindiğinde böyle bir bölünme yaşanmıştır? Bu konuda acaba asıl neden, o bölgeyi işgal etmiş olan sömürgeci güçler olabilir mi? Acaba Dawkins, pasaportunu taşıdığı İngiliz devletinin bu bölünmedeki katkılarını hiç düşünmüş müdür?! Ve yine asıl sorulması gereken soru, dinler kadar emperyalizme hiç karşı çıkmış mıdır Dawkins? Yoksa ona verilen görev, zaten emperyalizmin önündeki tek engel olan İslam’ı karalamak mıdır? Tanrı Yanılgısı (The God Delusion)  adlı kitabın girişinde Dawkins “Hümanist” düşüncenin “milli marşı” olarak kabul edilen İmagine (Hayal edin) isimli şarkıdan esinlenerek, bir hayal de kurmaktadır. Bu hayalini Dawkins şöyle ifade etmektedir: "Dinin olmadığı bir dünya hayal edin." Dawkins ayrıca ateistlerin (Mesela Stalin’in) yapmış olduğu yanlışların bütün ateistlere mal edilemeyeceğini ileri sürerken (Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 256) konu inançlı insanlara gelince tamamen farklı bir tavır sergilemekte, dindar olduğu iddia edilen kişilerce yapılan yanlışları genelleştirip, tüm inanç sahiplerini ağır itham altında tutmaktadır. Ateist olan Stalin'in 30 yıl süren iktidarı boyunca 20 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. O, evrimci ideolojiyi savunan Nazi lideri Hitler ile de Avrupa'yı paylaşmıştır. (Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı) Hitler daha sonra anlaşmayı bozunca ancak yollarını ayırmıştır! Ateist Mao döneminde de Çin'de milyonlarca insan ölmüştür ve günümüzde de komünist partinin yönetimindeki Çin'de tüm ‘işçiler’ az bir ücret ile sendikasız olarak  Batılı sermaye grupları için acımasızca çalıştırılmaktadır. Kızıl Kmerlerin lideri Pol Pot'un (Saloth Sar) Kamboçya'da sadece 3 yıl 8 ay içinde, 7 milyonluk ülke nüfusunun nerde ise yarısını -3 milyon kişiyi- katletmesi hep materyalist ve ateist ideolojinin sonuçlarıdır. Terörün sistemli olarak kullanılmasının gerekliliği konusunda ateist Lenin'in ifadeleri (V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, IX/346;  V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, xxxv/238;  Pravda Gazetesi, 26 Ekim 1918; V.İ. Lenin, Polnoye sobraniye soçineniy, Moskova, 1958-1966, XXXV/311; Stephane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panne, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, s. 82) ile dizayn edilen komünist sistemlerin kanlı bilançosu özetle şu şekildedir: SSCB 20 milyon, Çin 65 milyon, Kuzey Kore 2 milyon, Kamboçya 2 milyon, Doğu Avrupa 1 milyon, Latin Amerika 150 bin, Afrika 1,7 milyon, Afganistan 1,5 milyon ve uluslararası komünist hareket ve iktidarda olmayan komünist partilerin eylemleri sonucu da 10.000 civarında ölüm olayı meydana gelmiştir. (Komünizmin Kara Kitabı, s. 17) Tüm bu katliamların merkezinde de materyalizm ve evrim teorisi bulunmaktadır. Evrimci P. J. Darlington, vahşetin, evrim teorisine inanmanın doğal bir sonucu olduğunu şöyle belirtmektedir: “Birinci nokta, bencillik ve vahşet içimizdeki doğal bir şeydir, en uzak atamızdan bize miras kalmıştır. O zaman vahşilik insanlar için normaldir; evrimin bir ürünüdür.” (P.J. Darlington, Evolution for Naturalists, s. 243-244) 1970 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Rus yazar Alexander I. Solzhenitsyn, 1983'de Londra'da yaptığı bir konuşmada Rus halkının başına gelenleri şöyle özetlemektedir: "Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya'nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: "İnsanlar Allah'ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu." O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 miyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah'ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu." (Edward E. Ericson, Jr., "Solzhenitsyn - Voice from the Gulag", Eternity, October 1985, s. 23, 24) Amerikan Ateizmi Geliştirme Birliği başkanı Charles Smith, "Evrim, ateizmdir." (H.Epoch, Evolution or Creation, (1988), s. 148-149) derken zaten bilinen bir gerçeği itiraf etmektedir. Materyalizm, ateizm ve evrim bir bütünün farklı yüzleri ve parçalarıdır! Cansız ve şuursuz atomların kendi kararlarıyla biraraya gelip, canlı ve  şuurlu insanı oluşturduğunu iddia eden ve pagan (putperest) kabilelerde olduğu gibi "doğa"yı ilahlaştıran (Natüralizm), DNA üzerindeki bozulma ve oynamaların -mutasyonların- yeni türler oluşturabileceğini iddia eden, hayatın yapıtaşı olan proteinlerin kör tesadüfler sonucunda oluştuklarına inanan, birbiri ardına gelen başıboş tesadüflerin DNA gibi kompleks bir bilgi bankasını oluşturabileceğini zanneden, hücre gibi kompleks bir organizmanın tesadüfen oluşabildiğini ileri süren, fosiller evrim sürecini  devamlı olarak yalanlarken hâlâ evrimi savunanların görüşü olan Darwinizm'in "doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu"  iddiası toplumlara uygulandığında;  Hitler'in ‘üstün ırk’ı oluşturma saplantısı,  Marx'ın ’İnsanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir’ yanılgısı,  Mao'nun milyonlarca insana sözde bir tür hayvan gibi görüp akıl almaz vahşetler uygulaması, Mussolini'nin "Savaşın tüm insan enerjisini en yüksek noktaya taşıdığı" iddiası, Kapitalizmin "güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmeleri"  fikri, Stalin'in zalim çalışma kampları, üçüncü dünya ülkelerinin emperyalist ülkeler tarafından acımasızca sömürülmeleri, PKK gibi evrimci ateist örgütlerin katliamları, hepsi ama hepsi sözde bilimsel bir kılıf kazanmaktadır. Unutmayalım ki birinci ve ikinci dünya savaşını da dindarlar çıkarmamıştır! Savaşların nedenini dine bağlayan ve dinler olmaz ise savaş ve yıkımların olmayacağını ileri süren Dawkins'e cevap için,  ‘Savaşların nedeni din midir?’, ‘Ateizm yanılgısı’, ‘İslam savaş hukuku’ adlı yazılarımızı tekrar hatırlatırız.

Dawkins’in itiraf tadındaki bu cümleleri de, Evrim Teorisi’nin içinde bulunduğu önemli bir açmazı ifade etmektedir: "Önümüzdeki birkaç yıl içinde eğer kimyacılar laboratuvarlarında yeni bir yaşam başlangıcını başarılı bir şekilde yeniden gerçekleştirdiklerini bildirirlerse ‘hiç şaşırmam." (Tanrı Yanılgısı, s. 132) Bilim ve Ütopya dergisinin Kasım 1998 tarihli nüshasında, "Uçtu Uçtu Dinozor Uçtu" adlı makalesinde  Ümit Sayın da, “Diyelim ki tüm fosiller fos çıktı! Bu bile evrim kuramını çökertmez. Değişimin nedenlerinin ve mekanizmalarının belirlenmesi ‘bugünkü bilgilerle’ mümkün değildir, ama ‘100 yıla kadar’ bu konuda dev adımlar ‘atılacağına kesin gözüyle’ bakılmaktadır!” diyerek, Dawkins’le benzer şekilde ‘gaibe’ inandıklarını, gözle görülemeyene iman ettiklerini ilan etmektedir. Halbuki, “Doğabilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkabilir. Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.” (Pierre Grassé. Evolution of Living Organisms. New York, Academic Press, 1977, s. 82) Ve tüm bunlara rağmen ünlü İngiliz paleontolog Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bir gerçeği şöyle itiraf etmektedir: "Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz."  (Derek A. Ager, The Nature of the Fossil Record, Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, s. 133) 

ilkelcorba-1

agacdali-keci-1

Kur’an ve İslam üzerine Dawkins’in çok sınırlı ve yüzeyler bilgilere sahip olduğu (x.com’daki itirafının dışında ayrıca) yorumlarından da anlaşmaktadır. O Kur’an hakkında şöyle bir yorum yapmıştır: "Ne yazık ki Kur’an’daki barış yanlısı pasajlar, genelde sadece ilk bölümdedir, yani Muhammed’in Mekke’de olduğu zamanlar. Daha kavgacı satırlar kitabın sonraki bölümlerindedir. Medine’ye kaçması ile başlar." Klasik oryantalist görüşün aynen tekrarı olan bu iddianın cevabı için, ‘İslam barış dinidir’, ‘Kur’an’ın kaynağı nedir?’ ve ‘İslam savaş hukuku’, ‘Oryantalistlerin Hz. Muhammed hakkındaki ithamları ve gerçekler’ adlı yazılarımıza bakılabilir!

Dawkins, ''doğal eleme sayesinde, üstün türlerin devamı ilkesi evrenin başlangıcında tasarlanmıştır.'' demektedir. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 164) Tabii burada, ‘tasarlayan kim?’ sorusunun asıl cevabını Dawkins’ten beklemek çok gerçekçi gözükmemektedir! Dawkins'e göre doğal eleme, doğanın kör saatçisidir. Görünen bir amaç da yoktur. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 136) Richard Dawkins, Kör Saatçi (Blind  Watcmaker) adlı kitabında, doğal seleksiyonla işleyen evrimsel düzeni, kusursuz işleyen bir saatin dişlerine benzetir. (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 191) Halbuki bir saatçi ile saat neyse, doğa ile de tanrı odur. (Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 116) Ama materyalist bilimde insanlık, nesnelerin kör dünyasına tabi kılınmaktadır. (Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 172) Darwin, evrenin bir tasarımcı tarafından tasarlanması fikrine şiddetle karşı çıkar. Ona göre en büyük tasarım, doğal seleksiyondur. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 236)

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Dawkins, insanın bir tür ruhsal boyut kazanma hamlesi olan aşk olayını da patolojik (hastalıklı) bir bağımlılık olarak görür. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 170) Dawkins, Aşk duygusunu patolojik yani hastalıklı bir bulgu olarak değerlendirir. Dawkins, bencilce almayı, normallik olarak görür. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 299, 300) Halbuki teizmde, “Tanrının bir üst değer oluşu, bencillik prangalarından özgürleşmenin de garantisidir.” (Aliye Çınar, s. 111) Dawkins, iyilik yapma dürtüsünün kaynağını, bencil gen teorisiyle açıklamaya çalışır. Ona göre gen bencildir. Halbuki gen Bir DNA zinciridir. Ancak bilinçli değildir! Bencil gen teorisi açısından bakınca insanı, kemiğini asla vermeyen ve bunun için mücadele eden köpekten ayırt etmek zor olacaktır. (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 297) Dawkins, iyilik yapmanın altındaki sebepleri 4 başlıkta açıklar: Birincisi ‘karşılıklı çıkar’, ikincisi akrabalık bağları, üçüncüsü ‘şöhret kazanma’, dördüncüsü ‘toplum içinde onaylanmak’,  kabul görmek. (Dawkins, Tanrı Yanılgısı,  s. 202-206) Aslında bunların tümü ahlak değil, ahlaksızlıktır! Dawkins, menfaatçiliği iyi işlerin nedeni olarak düşünmektedir. (Aliye Çınar, s. 305) 

Dawkins, Darwinizmin hipotezlerini ‘kanıtlanmışçasına’ savunur. (Aliye Çınar, s. 281) Yazdıkları ve söylemleri ile "Dawkins öyle bir algı oluşturmaktadır ki, evrim teorisinin etkisiyle ateistlerin konumunun net çizgilerle belirlendiği, teistlerin sustuğu ve ateist evrim görüşü karşısında çaresiz kaldıkları hissini vermeye çalışmaktadır. Ancak bu algının önündeki en temel engel, kendisiyle benzer görüşleri savunan Antony Flew’in ateizmden Tanrı inancına yolculuğudur. Flew, ateist iken doğanın mükemmel işleyişinden ve tasarımdan hareketle bir Tanrı’nın var olduğuna inandığını söylemiştir. Dawkins, evrenin nasıl meydana geldiğini açıklayamadığı gibi canlıların ilk var olma süreci hakkında da mantıksal ve doyurucu bir izahı yoktur. Onun düşünce dünyasında canlılar ‘bir şekilde’ var olur, sonra evrilirler, daha sonra mükemmel canlılar ortaya çıkar. Bu, tamamen kendiliğinden, doğal ve kısa vadeli neticelerin tekrarlanan ‘seçilimiyle’ meydana gelir ve söz konusu seçilim uzun vadede karmaşık canlıları oluşturur. O, izaha ihtiyaç duyan ilk ve orta aşamaları atlatır ve değişimin ileri neticeleri ile evrimi anlatmaya çalışır. Doğrusu, Tanrı’nın yokluğu varsayılarak canlıların ilk başlangıcının mükemmel sürece varması hususunda boşluklar bırakılarak ortaya konulmaya çalışılan kurgu, felsefi ve ikna edici bir dayanak olmaktan öte basit bir fıkra olarak nitelendirilebilir." (Saim Gündoğan, Richard Dawkins’in tanrı’nın varlığına yönelik eleştirisinin çıkmazları, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi Cilt: 8 Sayı: 2 Güz 2022, s. 843-844) Zaten Dawkins'in iddiaları genel anlamda "Allah yok, evrim var, dinsiz ahlak olur ve dinler savaş nedenidir" şeklinde özetlenebilir ki, tüm bu iddialar benzer başlıklar altında (Allah’ın varlığının ispatı, Evrim teorisi, Dinsiz ahlak olur mu?, İslam barış dinidir) cevaplar verilmiştir.

“Dawkins’e göre canlılar tesadüfi bir şekilde var olmamış bir tasarlayıcıları vardır ancak bu tasarımcı tamamen kör, sağır, duygusuz, amaçsız ve iradesiz bir mekanizma olan doğal seçilimdir.” (Dawkins, Kör Saatçi, 25) Ona göre, doğal seçilim tamamen kendi içerisindeki matematiğe uygun olarak birikimli seçilim adını verdiği bir yöntemi kullanır. (Kör Saatçi, 61) Yani tesadüf kavramını reddeder gözükse de aslında tasarımı irade sahibi tek tanrı yerine Natüralist bir eksende iradesiz tanrılara havale eder ve monoteizmden pagan bir politeizme kayar!

Not: Dawkins'in, zürafalarda bulunan  (Vagus) Recurrent Laryngeal siniri hakkındaki iddiasının cevabı da, ' Körelmiş organlar' adlı yazımızda bulunmaktadır!

‘Büyük tasarım' adlı eserinde Hawking, 'Felsefe öldü' derken, eserinin tamamı ise aslında, bilim yerine felsefi içeriklerle doludur! Hawking, bilim adına felsefe yapar ve yaptığının ölü olduğunu da kendisi dolaylı yönden itiraf etmiş olur. Kitabındaki şu cümle de çok ilginçtir: “Yerçekimi kanunu olduğu için kainat ‘kendisini yoktan var’ edebilir.” Önce 'yoktan' kelimesi ile neyi kastettiğini ele almak gerekir. Eğer yerçekimi varsa, ortada yok diye bir kavram kullanmamızın imkanı yoktur. Demek ki yoktan değil, var olandan kainat oluşmuştur! Yani Hawking’in aslında ‘yok’ dediği ‘var’dır ve kendisi var'ı yok etmektedir. Hawking bunu tanrı kavramında da aynen yapmaktadır! Evet Hawking yok olan bir şey hakkında bir kitap dolusu yazı yazmıştır! Ayrıca o, kendinden yaratıldığı iddia edilen ve aslında sadece yaratılma süreçlerden biri olan bir kanun -yerçekimi- ile neden bu yaratılma sürecini başlatmıştır? Hawking acaba daha öncesini neden görmek istememektedir?! O yerçekiminin yaratılmasını neden ele almamakta ve neden var olmayı yani aslında yaratılışı ara süreçten başlatmaktadır?! “Isaac Newton, "Yerçekimi gezegenlerin nasıl hareket ettiklerini açıklıyor, gezegenleri neyin yörüngeye soktuğunu değil... Her şeyi Tanrı yönetir" derken, İngiliz fizikçi Hawking ise "Yerçekimi diye bir yasa olduğu için, evren kendi kendisini hiçten yaratabilir ve yaratmaya devam edecektir." diyerek, evrenin varlığının hiç yerine bir şey olmasının sebebinin ‘kendiliğinden yaratılış’ olduğunu savunur.” (BBC, 2 Eylül 2010) Hawking, Kasım 2016'da da, “Kütle çekimi ve kuantum teorilerinin, evreni ilahi bir güce ihtiyaç olmadan yarattığını” (DW, 08.01.2017) ileri sürerek hatalar zincirini devam ettirir.

Kuantum fizikçisi Hans Peter Dürr ise gerçeği görüp itiraf etmekten çekinmemektedir: "Kuantumla öğrendik ki, ekonomik gerekliliklere ve doğa kanunlarına değişmez tek boyutlu baktığımızdan -ipek böceği gibi-  kendi ördüğümüz mecburiyetler kozası içinde hapsolup kalıyoruz. Maddeci anlayışın doğurduğu inançsızlık ve bencillik, bereket ve bolluğu fark etmemizi önlüyor. Tevekkülle istemeyi bilmediğimizden -hırsla hayata saldırdığımızdan- sadece istediklerimizden mahrum kalmıyoruz;  özlediğimiz mutluluk ve huzuru da elde edemiyoruz." (Hans Peter Dürr, P.M. Magazin 05, 2007)  Yunus Emre’nin dediği gibi: “İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır. Okumaktan mana ne, Kişi Hakk’ı bilmektir. Çün okudun bilmezsin Ha ‘bir kuru emek’tir.” (Yunus Emre Divanı, s. 184)

Hawking, bilim adına felsefe yaparak, yaratılan kanunu yaratıcı ilan etmekte ve buna bilim adını vermektedir. Halbuki kanun adını alan şeyin, deney ve tecrübe ile kendini kanıtlatabilecek kadar kesin olan bir düzeye gelen şeyler olduğunu herkes bilir ki, bu da belli bir kurallar zinciri ve uyumu gerektirir. Hiçbir kanun gibi bu kanunlar da ‘kendini’ veya başkalarını yaratamaz! Yaratan, uygulatan ve düzenleyen (Bedi', Halık, Melik ve  Rab) Vahid'l-Ehad olan Allah'ı inkar etmek için birden çok yaratılanı ‘yaratıcı’ ilan edenlere Kur’an şöyle seslenmektedir: “Gökleri ve yeri hak ile yarattı: O, ortak koştukları şeylerden Yücedir.” (Nahl, 3) “Biz onları yalnızca hak ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler.” (Duhan, 39)

Stephen Hawking ve Dawkins, ikisi de okuyucuyu yönlendirme hatasına düşmekte ve onları Yaratıcı ile bilim arasında bir tercih yapmak zorunda bırakmaktadırlar. Hawking ve Dawkins, tabiat kurallarının yaratıcı bir güce sahip olduğunu ileri sürer. Yani gözümüz önünde işlevsel görevi olan, kendilerine kodlanan görevleri yapan aracıları yaratıcı ilan edip, asıl yaratıcıyı reddetmemizi isterler. Bu tıpkı otomatik pilota bağlı uçağa bakarak, 'Kendi kendine gidiyor; uçak mühendisi ve pilotu zaten görünmüyor' demek kadar bilimseldir! Belki uçaktan bahsederken, o uçağı yapandan bahsetmeye gerek yoktur ama sonuçta konuşulan konu teknik/bilimsel bir konudur ve o uçağı yapan mutlaka vardır ve yaptığı uçağın kalitesi de, onu yapanın ilmi ve gücü (Alim, Kadir) hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Yaradan da bu nedenle evrene yönelmemizi, evren kitabını okumamızı ve onu inceleyip kendisine ulaşmamızı (Mülk, 4-5; Yunus, 5; Enbiya, 30; Ankebut, 44; Zümer, 5 vd.) istemektedir. Bu konuda, Prof. Dr. Adem Tatlı'nın ‘Bilimlerin Işığında Yaratılış’ adlı eserini de özellikle tavsiye ederiz.

Kısaca, Tanrı inancı ve bilim birbiri ile çelişmez, aksine bunlar birbirini tamamlayan kavramlardır. Bir yaratan vardır, yaratır sonra düzenler; görevleri yükler/kodlar. Bu birinci aşamadır. Sonra da işini/görevini yerine getiren ve yüklendiği kodlamaya göre hareket eden (Tabiat kuralları başta) yaratılanlar vardır. Bunlar birbirine zıt ve çelişkili kavramlar değillerdir! Hawking, yaratıcı fikrinin eski bir fikir olduğunu ileri sürer. Ama şunu unutur ki, her eski fikir illâ yanlış olmak zorunda değildir!

“Bir balığı balık yapan maddelerin neler olduğunu bilim tespit edebilir. Ancak bilim, bu maddelerin tamamını toplayıp bir kaba koysa onlar kendiliğinden balığa dönüşmemektedir. Özellikle cansız maddelere canlılık kazandırılması mümkün görülmemektedir. (Murat Akın, ‘Bilimsel İlerlemeler Tanrı’yı Yok mu Ediyor?’ Sorusu ve Kelami Açıdan Değerlendirilmesi, Tekirdağ ilahiyat dergisi, Tasavvur, Aralık/December 2020, VI/716) Balığın ve tüm varlıkların kendi içlerinde ve diğer canlı ve cansızlarla olan uyumlu birlikteliği bizleri bir düzenleyene götürmelidir. Materyalistler bunu maddeye/evrime/zamana izafe ederken teistler ise Yaradan’a izafe etmektedirler. Hiç bir Müslüman da bilim ile din arasında bir seçim yapmak zorunda değildir. (Hasan Özalp, Bilim-Din İlişkisinde Uzlaşmacı Yaklaşımlar, s. 92)

Mesela Newton yerçekimi kanununun işlevini bulunca, 'Kainatı, her şeye gücü yeten bir Yaratıcının vücut verdiği bir kriptogram (şifreli yazı) olarak görmüştür.' (John Maynard Keynes, Newton, the Man, London, 1946)  'Güneş ve gezegenler, aralarında hiç bir şey yokken birbirlerini nasıl ve neye göre çekiyorlar? Nasıl oluyor da tabiatta hiçbir şey abes olmuyor ve dünyada şahit olduğumuz düzen ve güzellik vücut buluyor? Bütün bu olan bitenden, bilinen manada harici bir vücudu bulunmayan, canlı, akıl sahibi, muktedir bir Zat'ın var olduğu, sonsuzluk içinde kendine has nitelikte her şeyi çok yakinen bildiği ve idrak ettiği açık bir şekilde ortaya çıkmaz mı?' (Newton, Opticks, 2nd edition (1718), Book 3, Query 28, 343-5) diyen Newton ayrıca, 'Kainattaki her şeyin son derece kolay bir şekilde, akarcasına olup bitiyor olmasını Yaratıcı'nın mükemmelliğiyle' irtibatlandırmakta ve 'Yaratıcı'nın hikmetle iş yaptığını ve asla hiçbir şeyi başka bir şeye karıştırmadan işleri yürüttüğünü' söylemektedir. (Newton, Yahuda MS 1.1a, fo. 14r)  Ayrıca onun, "God is known from his works: Tanrı yaptıkları/eserleri ile bilinir." (Isaac Newton, Cambridge University Library, MS Add. 3965, section 13, cited in J .E. McGuire, 'Newton on Place, Time, and God: An Unpublished Source', The British Journal for the History of Science, 11 (1978), 118-9; Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 27) tespitini ve teslisi reddedip, İsa'nın tanrı olmadığı fikrine sahip olduğunu da (Snobelen, D. Stephen, “The true frame of Nature”: Isaac Newton, Heresy, and the Reformation of Natural Philosophy, in Heterodoxy in Early Modern Science and Religion, Brooke and Maclean, s. 232-233) özellikle belirtelim. Kuasarları keşfeden, modern astronominin babası olarak anılan ve astronomide Nobel ödülüne eşdeğer olan Crafoord Ödülü’nü kazanan Allan Sandage ise bu konuda şunları söylemektedir: ‘Böylesine bir düzenin kaostan meydana gelmesi olanaksızdır. Bunu düzenleyen bir unsur var olmalıdır. Yaratıcı benim için bir gizemdir, ancak var oluş mucizesinin açıklaması O’dur.’ (Ediz Sözüer, Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu, s. 514)

Ateist Hawking, evrim teorisinin yeterli olmadığını görünce yeni bir teori ortaya atmıştır: 'M teorisi.' Bu teoriye göre, ‘kainatı tabiat kuralları yaratmıştır!’ Yani, yerçekimi 'kanununu' bile bir ‘teoriye’ bağlar ve buna bilim adını verir. Halbuki teori ve kanunlar, belli şartlar altında gerçekleşen şeylerin bilimsel/matematiksel açıklamalarıdır. Mesela güneşin doğudan doğması bilimsel bir kanundur ama ne güneşi ne dünyayı ne de yönleri yaratan bu kanun değildir. Kanun sadece 'var olanı, yaratılanı tanımlar, açıklar!' Aslında kainatı ne bilim adamları, ne teoriler ve ne de tabiat kuralları yaratmıştır. Hawking’in kitabında, tabiat kanunları, aynen ilahi kitaplardaki mucizeler gibi anlatılır. M teorisi ‘farklı bir şeyden’, hem her yerde olan, hem görünmeyen bir ana kuvvetten, vücuda getirenden, yaratıcı bir kuvvetten bahseder. Bu kuvvet cihazlar ile algılanamaz ve anlaşılabilir matematiksel tahminlerle incelenemez, ancak tüm olasılıkları içerir. Her yerde bulunma, her şeyi yapabilme özelliğine sahiptir ve aynı zamanda da çok gizemlidir. Bu özellikler okuyucuya birini çağrıştırıyordur eminiz! Unutulmamalıdır ki yaratıcı, bilimin önündeki engel değil, bilimin var oluşunun sebebidir. O (cc) yaratmasa, kodlayıp uygulama alanına sokmasa, bilim adamları neyi keşfedebilecekti?

Ateistler insanların sadece doğanın temel parçacıklarının bir araya toplanmasından oluştuğuna inanmamızı isterler. Bu bir indirgemeciliktir. Bu ateist görüş biyolojiyi, fizik ve kimyaya indirger ve şöyle der: ‘Eğer davranışlarımız bilim kanunları tarafından belirleniyorsa, o zaman özgür iradenin nasıl kullanıldığını anlamak zordur. Demek ki bizler biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade ise sadece bir hayaldir.’ Halbuki böyle bir şey gerçek olsaydı, konuştuklarımız ve yazdıklarımız bir robotun otomatik eylemlerinden ibaret olmaz mıydı? Robotta his, duygu, tercih hakkı bulunabilir mi? Görüldüğü gibi ateist bakış açısı insanı, aslında Ehl-i Sünnetin reddettiği  ve ateistlerin de Ehl-i Sünneti suçladığı 'kaderci' anlayışa götürmektedir! Bu konuda, ‘Kader’ adlı yazımıza bakılabilir.

Bu bilim (!) adamlarının yaratıcıyı inkar etmeleri bilimsel çalışmaları sonucu vardıkları sonuçlar değil, başta kabul ettikleri ateist dünya görüşü ve ideolojilerinin bir tezahürüdür. Buna birçok örnek verilebilir ama Paul Davis adlı ateistin şu sözleri pek çok şeyi açıklar mahiyettedir: "Kainatı bir takım matematiksel kanunların var edebilecek kadar zeki olduğuna inanmak bana çok daha ilham verici gözüküyor." Evet, ortada bilim değil, 'inanmak' var ve ayrıca yaratıcı fikri yerine yaratılana zeka ve yaratma özellikleri yüklemenin ve bunu çok daha fazla 'ilham verici' bulmanın da ateistlere özgü bir özellik olduğu görülmektedir! Ve onlar bir de bunun bilimsel bir görüş olduğuna bizim inanmamız beklenmektedirler! Peki, bu matematiksel gerçek hiç birimizin cebindeki bir parayı iki para yapmış mıdır? Evet, kanunların bir şey yaratabileceğini düşünmek, sabahtan akşama toplama işlemi yaparak para kazanabileceğini düşünmek kadar mantıklı ve bilimseldir! Dr. John Lennox, “Büyük Tasarım” kitabında şöyle demektedir: “Yaşadığımız dünyada basit bir aritmetik kuralı olan 1+1=2, hiç bir zaman hiçbir şeyi var etmemiştir. Bu kural, şimdiye kadar ne benim ne de başkasının banka hesabına para koymamıştır. Matematik kanunlarının kendi başlarına kainatı ve yaşamı yarattığı bir katı tabiatçı dünya, tamamen bilim kurgudan ibarettir. Hawking apaçık bir şekilde ‘neden hiçbir şey değil de bir şey var’ temel sorusunu cevaplamakta başarısız olmuştur.”

Ateist Dawkins de, evrenin kendiliğinden oluştuğunu ispatlamak için bir bilgisayar programı kullanılmasını tavsiye eder ve der ki: "Eğer doğanın kör güçleri tarafından kurulmuş olabilecek kümülatif bir seçilim için gerekli koşullar oluşturulmuş olsaydı, tuhaf ve mükemmel sonuçlar alınabilirdi." (Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, Norton, 1987, s.49) İyi de, "cümledeki karakterlerin varlığını, karakterlerin sayısını, geçiş orantılarını, bilgisayar programcısını, karakterleri seçen programı, işi gerçekleştiren enerjiyi, enerjinin üretimi ve dağıtımını, zaman ve mekanı, varoluşun ve yasaların sürekliliğini ve devamını ‘kim’ ayarlayacaktır? Devamı da ilginçtir: “Evrimin uzun dönemli amacı yoktur. Her ne kadar insanlar, amaçlı olan bir evrimin ürünü olduğumuz biçimindeki saçma sanı ile avunuyorlarsa da, uzun vadeli bir hedef, bir seçilim için kriter olarak hizmet edecek mükemmel bir model yoktur.” Yani, amaçsız, hedefsiz, şans eseri var olan insan dünyada bir süre yaşayacak ve sonra yok olup gidecektir!

Ey ateist arkadaş! Sen iradesiz bir varlıksın ve şans eseri varsın. (Ateistler, "bizi tanrı neden sormadan yarattı?" diye bi daha sormasınlar, biz cevabımızı verdik de, evrimci materyalist görüşün buna cevabı hiç yoktur!) Yaşayacağın acı-sevinç türü her şey sadece atomların tesadüfen bir araya gelmesi ile meydana gelmiştir. Zaten ölüm sonrası da yoktur! Doğal olarak “Ne yapacağım, neye göre yaşayacağım, iyilik neden yapayım, kötülük denen şey gerçekte var mıdır?” türü kafanızda bin türlü sorular cevapsız kalmaktadır! Evet, ateist olmak demek ‘karamsarlık, bunalım, idealsizlik ve intihar’ demektir!

“Uzaylılar mesaj gönderirse cevap vermeyin. "Stephen Hawking'in Favori Yerleri" (Stephen Hawking's Favorite Places) isimli yeni bir belgeselden alınan açıklamalarında dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking, uzaydaki Dünya dışı yaşamla ilgili korkutan ifadeler kullanır. Hawking, uzaylıların dünyaya mesaj göndermesi durumunda buna cevap verilmemesi gerektiğini söyler. Hawking, uzayda seyahat edecek kadar gelişmiş bir uygarlığın Dünya'ya geliş amacının 'barışçıl' olmayacağının da altını çizer.” (Hürriyet, 26.7.2017) Uzaylıları kabul, Yaradan’ı inkâr eden bilim adamı ile karşı karşıyayızdır! Peki o uzaylıları kim yaratmıştır?!

Tabii, Hawking’in Tanrı inancına sahip olduğu da ileri sürülür (Saul Pasternak, Jerusalem, 22.12.2006, s. 28; Antony Flew, Yanılmışım Tanrı Varmış, s. 17) ve o, “Evrenin oluşumu, bilimin gerçekliğine dayanır ama ‘bu hiçbir şekilde bilim kanunlarını koyan ve onları da yaratan bir tanrı’ olmadığı anlamına gelmez.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 51; Star, 23 Ocak 2013) der.

"ABD mahkemeleri tarafından 3 Ocak'ta basına ifşa edilen 949 sayfalık bir rapor, eski finansçı ve pedofil seks suçlusu Jeffrey Epstein'ın, "Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking'in, reşit olmayan kızlarla yaşanan bir toplu seks etkinliğine katıldığına" dair iddiaları yalanlamaları için kurbanlara para teklif ettiğini ortaya çıkardı. Resmi kayıtlara göre, dünyaca ünlü fizikçi de, Epstein'ın kötü şöhretli fuhuş adasını ziyaret eden kişiler arasında yer aldı." (Cumhuriyet, 05.01.2024) Hem ateist ve Pedofili! Devamı, ‘Dinsiz ahlak olur mu?’ adlı yazımızda.

 sinancanan-dawkins-1

Soru: Hocam Richard dawkins ile ilgili yazınızın sonlarına doğru söyle bir ifade geçiyor. ""Eğer davranışlarımız bilim kanunları tarafından belirleniyorsa, o zaman özgür iradenin nasıl kullanıldığını anlamak zordur.Demek ki bizler biyolojik makinelerden başka bir şey değiliz ve özgür irade ise sadece bir hayaldir.’ Hâlbuki böyle bir şey gerçek olsaydı, konuştuklarımız ve yazdıklarımız bir robotun otomatik eylemlerindenibaret olmaz mıydı? Görüldüğü gibi ateist bakış açısı insanı sonuçta ehli sünnetin reddettiği  ve ateistlerin de biz ehli sünneti suçladığı ‘ kaderci’ anlayışa götürmektedir. " Ehli sünnetin red ettiği kaderci anlayış ifadesinden ne anlamaliyiz. Biz muslumanlar kadere iman ediyoruz imanin şartı diyoruz hatta peki sizin bahsettiğiniz kaderci zihniyet nedir?

cevabımız: Atilla kardeşim,  Ehli sünnetin kader anlayışında insan iradesi odaklı bir bakış açısı vardır, insan yaptıklarından sorumludur, bu anlayışta. Bu konu Kader ( islamicevaplar.com/kaza-kader.html ) adlı yazımızda ele alındı. Ehli sünnetin reddettiği kader anlayışı İslam tarihinde kadercilik/ kaderiye hatta cebriye mezhebi adları ile tanınır ve insanın iradesini, istek ve seçimlerini göz ardı eden bir kader anlayışını savunurlar. İnsan rüzgarın önündeki yaprak gibidir, anlayışı etrafında, tedbiri reddeden veya önemsemeyen bir anlayıştır bu! İnsan melek veya doğa kanunları gibi 'kodlanmış, programlanmış' kabul edilir ki bu anlayışı asla kabul edemeyiz! Tabii ki 'külli irade' yani Allah'ın iradesi vardır ve bu her şeyi kapsar, O'nun istek ve onayı olmadan hiç bir şey olmaz ( Allah kötülüğü ister mi; islamicevaplar.com/kotuluk-allah-tan-midir.htm ) adlı yazımıza da bakılabilir. Not: Ehli sünnet akaidini savunurum ve önemine inanırım ama detay bir alt başlık olarak bir eklemeyi de burada belirtmek isterim: 'Kader'i her ne kadar ehli sünnet gibi anlasam da, ''Kadere iman iman esaslarından değildir!' diyen insanları ehli sünnet dışı ama Müslüman kabul ederim: Bakara, 177 ve 285. ayetlerde; Nisa, 136. ayetlerde iman esasları sayılır ama Kader bunlar arasında yoktur. Ehli sünnet akaidinin baş yapıtlarından olan Nesefi'nin Tabsıratü'l edille adlı eserde de imanın şartları 5 olarak belirtilir kader bunların arasında değildir! Kuran'da kader kelimesi; 'Denge, uyum, ahenk, düzen' anlamlarında kullanılır, yani Kader kelimesinin kelime anlamı bunlardır. Terim anlamı yani İslam akaidinde ise bildiğimiz özel anlamı ile 'Allah'ın olacak olan şeyleri önceden bilip yazması' anlamına gelir! Ben ehli sünnet'im ve kaderi bu anlayış çerçevesinde kabul ederim ama iman şartları içinde saymayanları asla tekfir etmem ve Müslüman görürüm! TEKFİRCİ OLMAYAN VE YORUMLARA AÇIK EHLİ SÜNNET'İN ÖNEMİ DE BURADAN İLERİ GELİR. Selam ile. 

 

 

stephen-hawkingRichard_dawkins-1

Yorum Yaz

wave

Yorumlar (0)

wave

Çıkmak için ESC yapın